16 Kasım 2010 Salı

Merhaba

Her şeyi başlatan bir sözcükle giriş yapmak istedim. Çok severim ‘Merhaba’nın büyüsünü.
O kadar sihirlidir ki yalnız yeni tanışıklıklarda değil,kesilmiş yarım kalmış muhabbetleri başlatmada da tesirlidir.

‘Merhaba’ üzerine bir çok hikayecik duydum.Arapça ,Farsça kökenlerini
bularak kelimeyi ikiye ayırarak bir çok versiyonunu da özel ilgimden dolayı anlatmaya kendilerini borçlu hissetti arkadaşlarım. Hikayecikler ve kelimelerin analizleri bile yeter bence ‘Merhaba’yı esirgememeye.

Şimdi inandığım bu tesirle iç dünyamın bir parçası olacak bu köşeden Merhaba diyorum sizlere.Her yazımın başında da Merhaba ile giriş yapmayı umarak.

Bazen biriktirdiklerim,bazen hissettiklerim ve bazen düşlediklerimi paylaşacağım sizinle.
Bazen ben’den dışarı çıkıp farklı ben’liklere dokunacağım.
Dinlediklerim,okuduklarım,gördüklerim sığacak köşeme.
Altı çizilmiş bir kitap cümlesi,tecrübe edilmiş bir bilge sözü,tek başına roman olan bir şiir dizesi,makama bürünmüş bir usta nefesi.
Kelam ve kalem sahipleri eşlik edecek satırlarıma.


Hatta hemen şimdi Kal ve Hal ehline Ahmed Arif dizeleriyle “Merhaba” demek istiyorum.

Gün açar,
Karın verir yağmurlu toprak.
İncesu Deresi, merhaba…
Saçakta serçeler daha çılgındır,
Bulutlarda kartal,
Daha çalımlı.
Koparır göğsünden bir düğme daha,
Tezkere bekliyen biri.
İncesu Deresi, merhaba…

Genç bayraklar vardır,
Barış düşünür,
Kuyularda işçi mavilikleri.
Ben hepsini düşünürüm,
Yirmidört saat
Ve seni düşünürüm,
Karanlık, hırslı...
Seni, cihanların aziz meyvası
İlan-ı aşk makamından bir mısra,
Yeşerip, kımıldar içimde,
Düşer aklıma gözlerin...

Oysa murad alamam.
Oysa akdan-karadan
Bilirim, payım bu kadar...
Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim.
Unutmuş dudaklarım öpmeyi.
İncesu Deresi, merhaba...